İnsan... Adalet... Hak ve hukuk...

İnsanın bilimsel bir tanımı var mıdır, yok mudur?.. Diye bir soruya yanıt aramak ve yanıt vermek gerçekten zordur. Ama ürettiklerini sıralamak o denli güç değildir... Var olduğundan bu yana o denli üretmiştir ki; onu bir üretim aracı ya da üretken olarak tanımlaya biliriz. Bu asla yanlış olmaz...

En azından kendisini ve oluşturduğu toplumu kendi kendini yönetme bilincine erişmiş, bu yönde kafa yorarak yasalar yapmış ve tanımlar geliştirmiştir tarihsel süreçte. Bu yönde insanını en yüce bir varlık ve en yüce üretken olduğunun da kanıtıdır.

Toplumsal yapıda; ekonomik, sosyal, bilimsel, yargısal olarak ürettikleri gerçekten erişilmesi zor bir aşamadır. Ve uzun bir sürece gereksinim vardır. Evrimsel ve devinimsel bir devrimdir...Karşısındaki tüm olumsuzluklara karşın; karşı devrimcilere, dinsel ve bağnaz ülküler çıkmasına karşın; devinimi ve devrimi, ilericiliği ana ilke olarak almış üretimlerini bu ülküye dayanarak türetmiştir!..

Örneğin:
Adalet kavramını tanımlarken; hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetirken doğruluk ve 'türeden' söz etmiştir..
Uygar ve çağcıllığı da göz ardı etmemeye özen göstermiştir insan...Adalet, insanların birbirine yaptıkları haksızlıkları düzeltme gibi bir çabası olduğunu açık ve net olarak vurgularken, türeyi hak ve hukuka uygunluk olarak tanımlamıştır!..Hukuku tanımlarken de; toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü ve tüze olarak görmüştür. Hukukun sürekli adaletin peşinden gitmesini ve önüne geçemeyeceği gibi bir olgununu da saptanmasını öngörmüştür. Özetlersek; yaptırım gücünü belirleyen yasaları konu alan bilimdir hukuk.

Hak-hukuk ise tüzenin gerektirdiğidir. Tüze nedir? Tüze, insanın insanı sömürmesidir.
Önce hak-hukuk üzerinde durmak gerekir.
Yasa ve törelerin bütününü dile getiren hukuk, Arapça hakkın çoğuludur. Türkçede türe ile karşılık verilmiştir bu sözcüğe. Kimi düşünürler neyin hak ve neyin haksız olduğunun saptanmasını devlet olgusuna bırakır. Tanrı bilimciler (!) de bu yetkeyi tanrıya verirler, bırakırlar. Ya insan olmasaydı tanrı olur muydu? gibi bir soru da akla gelmiyor değil hani..Kimi düşünürler de şu ilkeyi savlamışlardır: İnsan da düzenin neyi gerektirdiğini tanrı kadar bilebilir, insanın etiksel bilincinin tüzesiz bulduğunu tanrı tüzeli bulmaz, tüzenin gerektirdiği insanın yetkinliğine yarayanıdır..

Tüze ve karşıtı olan tüzesizliğe her sınıf, kendi sınıfsal çıkarlarına uygun olarak, değişik anlamlar yüklemişlerdir, yorumlamışlardır. Toplumsal bir olguyu doğru ve haklı görüp korumaya çalışma, sınıfsal açıya göre değişir, ya da farklılık gösterir. Gerçek tüze, insanın insanı sömürmemesidir ki; bu da ancak toplumcu bir üretim düzeninde ve düşüncesinde sağlanabilir.

Devlet ve hukuk...
Bireyin kendisini yadsımasını yadsıyarak onu toplum içinde, hukuk bireyi ve hak sahibi yapar. Gerçekte hak ve hukuk, sömürüye dayanan sınıflı toplumlarda haksızlık ve hukuksuzlukları biçimsel olarak gizlemek için ileri sürülmüş yapmacık kavramlardır... Ve tarihsel süreçte daima sınıfsal bir nitelik taşımıştır.

Sınıfsız toplumun ilk aşaması olan toplumcu toplumda da kentsoylu hukukunun hak ve hukuk kavramları bir süre geçerli kalacak ve haksızlıkla hukuksuzluğu belli bir ölçüde içermekte devam edecektir. Bu evrede hak-hukuk herkesten yeteneklerine göre alınacak ve herkese çalışmasına göre bölüştürülecektir. Herkesten yeteneklerine göre alınıp herkese gereksinimlerine göre verilebilecek olan sınıfsız bolluk toplumu, eş deyişle toplumculuğun ikinci ve üst aşaması gerçekleşmedikçe belli bir ölçüde haksızlık ve hukuksuzluk zorunludur. Bu zorunluluk büyük ölçüde şu kavramların tanımların oluşumunu gündeme getirecektir ister istemez ilişkilerde:

Asalak (ya da parazit),erdem, ya da erdemsizlik, hortumculuk, inancın ve sömürünün her türlüsü, işbirlikçilik ve diğerleri...Yani toplum bireyinin bir üst sınıflarca enayi konumuna sokulması...

Metafizik düşünce yöntemine bağlı idealist öğretiler, hak ve hukuk evrimini düşüncelerin ve vicdanların evrimine bağlarlar. Oysa hak ve hukukun değişmesi; düşüncelerin değişmesine değil, üretim biçimlerinin ve araçlarının değişmesine bağlıdır.

Hak ve hukuk kavramları, devlet kavramlarıyla da yakından ilişkilidir. Devlet kurumu var oldukça, kaldıkça haksızlıklar ve hukuksuzluklarda var kalacaktır. Bugün devlet düzenine bir bakınız, Çankaya'dan en alt bürokratına dek hak ve hukuksuzluk sürmüyor mu? Son uygulamalar bunun en açık örneğidir. Ezilen ve sömürülen, bu devlet yönetimine ve T.B.M.M. giren, girmeyen siyasal partilere dek oy verenlerdir.

Hak ve hukuka bağlı olarak devletin bu niteliği belli bir ölçüde sosyalist devlette de değişmez... Kentsoylular gibi emekçi sınıf diktatörlüğü de örgütlüdür. Kentsoylu devletiyle hak ve hukuk ortadan kaldırıldığı gibi emekçi devletiyle de ortadan kaldırmak, sınıfsız, eşit ve özgür insan toplumuna ulaşmak amacını taşır. Kentsoylu nasıl kentsoylu hak ve hukukunun bekçisi olarak kentsoylu örgütüyse, sosyalist devlet de öylece emekçi sınıfı hak ve hukukunun bekçisi olarak bir emekçi sınıf diktatörlüğü örgütüdür. Dine dayalı bir sınıf toplumu da dinsel sınıf diktatörlüğünün çıkarları doğrultusunda örgütlenecektir. En açık örneği 2002-2007 A.K.P. örgütlenmesi. Bu diktatörlüğün kentsoylu sınıfı ise tanrıdır, dindir, şeyhlerdir, hacılardır, hocalardır, tarikatlar ve cemaatlerdir! Hak ve hukuk dinsel oluşum ve olgulara göre yapılandırılır... Adalet de öyle. Her sınıf kendi hak ve hukukunun bekçisi doğrultusunda örgütlenmeye özen gösterir.. Altında sömürünün her türlüsü vardır, din ve tanrı adına.

Adalet mi hukukun içindedir, hukuk mu adaletin?
Adalet diyor ki: İnsanların birbirine davranışları içerisindeki haksızlıkları düzeltmeye çalışır!.. Bunu nasıl ve ne ile yapacak?.. Hukuk ile! (...) Devletin her kademesi hak ve hukuksuzluğu kulak arkası ederse günümüzdeki gibi; bu kavramlardan söz etmek olası mıdır?.. Bir cumhurbaşkanı, bir başbakan, bir siyasi partiler dizgesi düşünün ki bu tanımlara uymasın... Halk açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşam savaşı verirken onlar bu sınırlardan yaşam çizgilerini yükseltsinler.

(....)Hukuk da adaletli davranmak zorundadır, bu hakkı kim adına kullanıyorsa. Hukuku düzenleyenler de kendini yönetecek topluluklar tarafından demokratik bir biçimde düzenlenmelidir. Yani halk kendini yönetme durumunda böyle bir olgu ortaya çıkar. Bu da insanın erdemidir... Kısaca, insanın kendini aşma gücüdür!

Kaynak: O.Hançerlioğlu-Felsefe Ansiklopedisi

Samim Güner
6.11.2007
Çiğli-İZMİR