Bugün
Hemşireler günü. Ne yazık ki, bizim okulumuzu kapattılar.
Buna tepki olarak bir yazı yazdım ve bazı köşe yazarlarına
(Abbas Güçlü, Meral Tamer, Hıncal Uluç, Hasan Pulur, Serdar
Kızık) gönderdim. Size de gönderiyorum. Medyadan tanıdıklarınız
varsa paylaşın lütfen. Sevgiler..
OKULUMUZ
Çoğumuz
dar gelirli ailelerin çocuklarıydık. Öncelikli amacımız; kendi
ayaklarımızın üzerinde duracak, kısa yoldan bir meslek sahibi
olmaktı. Orta okul sonrası, ailelerimizin, okul mezunlarından
tanıdıklarımızın yönlendirmesi ya da şefkatli yapımıza uygun
ideal bir meslek olarak gördüğümüzden HEMŞİRELİK mesleğine
yönelmiştik.
Bir kısmımız
okulun bulunduğu İstanbul çevresinden olsa da Türkiye'nin
çeşitli yerlerinden gelen arkadaşlarımız da vardı.
Bir akşamüzeri
bir elimizde valiz diğer yanımızda ailelerimizle Kızılay Hemşire
Okulundan içeri girdik. O günkü koşullarda yılın 11 ayını
geçireceğimizbu okulda artık anne babalarımız; öğretmenlerimiz,
kardeşlerimiz; arkadaşlarımızdı. Okuyanlar bilir, yatılı okulda
ilk akşamınızı hiç unutamazsınız. Bir otel restaurantı düzenindeki
yemekhanede yediğimiz akşam yemeğinde ve 5 kişilik yatakhanelerimizde
hemen arkadaşlarımızla kaynaşmıştık. Okul süresi ve sonrasında
hiç bitmeyecek olan bağlılığımız orada başlamıştı.
Okulumuz,
Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkenin hemşire ihtiyacını karşılamak
üzere, Atatürk'ün direktifleri ile Türkiye Kızılay Derneği
tarafından, Aksaray Sinekli Bakkal Sokağındaki Kazasker Ali
Bey Konağında 21 Şubat 1925 tarihinde açılmıştır. Konak, Halide
Edip ve Adnan Adıvar tarafından Türkiye Kızılay Derneğine
bağışlanmış, 'Sinekli Bakkal' romanındaki Pembe Köşktü. Kendine
has atmosferi bizi çok etkilerdi.
Okulun
ilk yöneticileri Amerika'dan veya İngiltere'deki Florance
Nightingale Hemşire Okulu mezunlarından olduğundan İngiliz
disiplini hakimdi. Soyadı ile hitap şekli kullanılır, hocalarımızın
ve büyük sınıflarımızın başına 'bayan' eklenirdi.
Okula
alışmağa çalıştığımız ilk günlerde, hocalarımız devamlı aramızda
dolaşır, yatakhanelerde yaşam düzenimizi, yemekhanelerde çatal,
bıçak kullanışımızı, yemek yiyişimizi kontrol eder, aksi durumlarda
uyarır, düzeltirlerdi.
Okuldaki
yöneticilerimizin birçoğu, okul sonrası yurt içi, yurt dışı
yüksek eğitim almış, çoğu evlenmemiş,hayatlarını Hemşire yetiştirmeğe
adamış, idealist insanlardı.
Sadece
hemşire değil, sosyal, kültürlü,sorumluluk sahibi, sabırlı
ve şefkatli bireyler olarak yetişmemizi sağlıyorlardı. Çünkü
orası yalnız bir öğretim kurumu değil mükemmel bir eğitim
kurumuydu. Kazandığımız bu özelliklerin hayatta bize çok faydası
olmuştur.
Ayrıca
o yıllardaki Türkiye Kızılay Derneğinin yöneticileri en iyi
şekilde yetişmemiz ve 'Kızılay Hemşiresi' imajının meslekte
en üst noktada olması için hiç bir fedakarlıktan kaçınmıyorlardı.
Kültür
derslerimize İstanbul Erkek Lisesinin ve Kültür Kolejinin
en değerli hocaları geliyordu. Meslek dersleri hocalarımız
ise stajlarımızı yaptığımız İstanbul ve Cerrahpaşa Tıp Fakültelerinin
değerli Prof. Ve Doç. Doktorlarıydı. Bunlar arasında Fikret
Karaca (cerrahi), Kemalettin Büyüköztürk (iç hastalıkları),
Bülent Berkarda (farmakoloji), Nadir Hatemi (çocuk hast.),
Sabahattin Kerimoğlu (psikiyatri), Nedim Zenbilci (nöroloji),
Behbut Cevanşir (KBB),
Cabbar
Hulagu, Fazıl İnanç (kadın hast. Doğum), Melih Tahsinoğlu
(pataloji) v.s sayabiliriz. Onlar nasıl bir hemşire ile çalışmak
istiyorlarsa bizi öyle yetiştirdiler. Ayrıca yeteneklerimizin
geliştirilmesi için, müzik, tiyatro, folklor gibi sosyal faaliyetlere
de önem verilirdi. Folklorda hocaların hocası Üstün Gürtuna
müthiş bir ekip oluşturmuştu.
Zaman
zaman gruplar halinde tiyatro ve operaya, Pazar günleri Şan
hocamız Şükrü Arsev nezaretinde Şan sinemasındaki klasik müzik
konserlerine giderdik. Uygulamalı olarak, mum ışığında, orkestra
eşliğinde akşam yemeği eğitimi bile alırdık. Orası aynı zamanda
idealist öğretmenlerle idealist öğrencilerin yaşadığı bir
yuvaydı.
Değerli
Edebiyat hocamız şair Hilmi Soykut sınıf yıllığımızda 'Bu
kutsal çatı altında hiç unutamayacağım üç büyük haslet gördüm;
nezih bir samimiyet, karşılıklı saygı ve sevgi, mesleğe gönülden
bağlılık' diye yazmışlardı. Dört yılın sonunda bir meslek
sahibi olmamızın yanısıra, sosyal, kültürlü, ülkesine, ailesine
faydalı, dostluk, arkadaşlık yapabilme kabiliyetleri yüksek
bireyler olarak yetiştik. Geldiğimiz gibi Türkiye'nin çeşitli
yerlerindeki hastane ve sağlık kuruluşlarına dağılıp gittik.
En zor
şartlarda, arazide, çadırlarda, depremde, mülteci kamplarında,
gerektiğinde 24 saat sabırla, şefkatle, sevgiyle çalıştık.
Okul
mezunlarımız ilerleyen zaman içinde bu ülkeye doktor, mühendis,
subay, hukukçu, iktisatçı, sanatçı evlatlar yetiştirdiler.
Ne yazık
ki, Cumhuriyetin ilk yıllarının zor ekonomik koşullarında
açılan, sağlık ordusuna binlerce hemşire yetiştiren okulumuz,
2004 yılında hemşirelikde yüksek okul eğitimine geçiş ve ekonomik
yük bahaneleri ile kapatıldı. Hastanelerin 'sus' levhalarındaki
Kızılay Hemşiresi tarihe karıştı. Pembe Köşk dışındaki binalar
yıkıldı. O eğitim yuvasının yerine şimdi özel hastane yapılıyor.
Belki
de Halide Edip Adıvar ve Adnan Adıvar ömürlerinin son dönemlerinde
maddi sıkıntılar çekmişlerdir. Ama eminim böyle bir yeri Kızılaya
bağışlamış olmaktan hiçbir zaman pişman olmamışlar ve orada
yetişen hemşirelerle gurur duymuşlardır.
Bizim
için acı olan ise; 'buradan mezun olmuştuk' diyeceğimiz bir
okulumuz, bir zamanlar neşeli çığlıklarımızın yankılandığı
bahçelerimiz, yemekhanemiz ve yatakhanelerimiz yok artık.
Hiç değilse geleneksel pilav günlerinde anılarımızı yad ettiğimiz
okulumuzu kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz.
RABİA
YAVRUTÜRK
Kızılay Hemşire Okulu 1969 Mezunlarından
İzmir |