İstanbul'un Kuytu Köşeleri - Aydın Boysan

Kamil'in Yeri - Meyhanede şarkı

Kâmil'in Yeri, Beykoz'da, tam korunun altında, üstelik denizin de tam kıyısındaydı. Biraz yorgun sayılabilir binalarının önünde, denizin kıyısında bir düzlük olan bahçesi, özellikle yaz akşamları ben ve dostlarıma, uygun geliyordu.

Sevdiğimiz bir yanı, masaların dizildiği düz setin deniz tarafında, birkaç metrelik, doğal çakıllı bir yerin daha olmasıydı. Zaman olur çakılların arasına masa kurdurur, orada neşemizi bulurduk. Yakından hızlı bir gemi geçerse, dalgalarından ayaklarımız ıslanırdı ama oralı olmazdık.
Her ay bir, ya da birkaç akşam Yeniköy'den motorla karşıya geçiyor, kaptana nazımız geçerse Beykoz iskelesinde değil, Kâmil'in Yeri'nde karaya çıkıyorduk.

Şarkı söylemek, dünya meyhanelerinin alışılmış neşesidir. Demlenen kişi coşar, coşan kişinin boşalma yollarından biri, şarkı söylemektir. O şarkıların nasıl söylendiği, dinlemek zorunda kalanların talihi ya da talihsizliğidir.

Ulusal huyumuzdur, iki yudum rakı içenin ayranı kabarır, şarkı söylemek için bahane arar... Arar da bulamazsa, ne yapar?.. Yine söyler... Benim dikkatimi çeken bir değişme var. 60 yıl kadar önceleri Milli Demcilerimiz bir şarkıyı koro halinde, epey usulüne de uygun söylerlerdi... Ama sonuna kadar söylerlerdi. şimdi artık Milli Demcilerimizin, müzik kültürü de zayıfladı. Çoğu bitiremeden yarım bırakıyor.

Benim en severek andığım meyhane korosunu, Sibirya'da, Baykal Gölü kıyılarında dinlemiştim. Korodakilerin hiçbiri, profesyonel müzisyen değildi. Hepsi, yazar ve şairdi. On kişi kadardılar. Yazarlar Birliği konuğu olarak gittiğim Sibirya'da, bu nedenle aralarında bulunuyordum. Koro olarak, çok güzel söylüyorlardı... Epeyce votka devirdikleri halde.

Derken derken, içlerinden şair Gennadi Gayda'nm aklına bir hınzırlık gelmesin mi?.. Bana dönüp, "haydi bir şarkı da sen söyle!" demesin mi? Ötekiler de hep birden, Gennadi'nin bu önerisini alkışlamasın mı?

Ne yapayım, arandılar... Reddedemedim. Hepsi huşu içinde dinlemeye hazırlandı... Ben de başladım:

Kederden mi neden bilmem
Sararmış rengi ruhsarın...


Veee, bütün Ruslar zarıl zarıl, höyküre höyküre ağlamaya başlamasın mı? Ben böylece, şarkı söyleyerek, milli bir görev yaptım. Bizi ağlatanın rakı değil, şarkılarımız olduğunu kanıtlamış oldum.

Biz şimdi Çiçek Pasajı'ndaki DEMAK toplantılarında, Turhan Günay'm yönetiminde, bazen yine şarkı söylüyoruz. Turhan'ı yalnız bıraksak, daha iyi olacak ama çenemizi tutamıyoruz ki...

Meyhanede şarkı deyince, yine Beykoz'a, Kâmil'in Yeri'ne dönmeliyim.
Böyle yerlerde müzik ve şarkının, belirli ses hacmini aşmasında edepsizlik var. Üç beş kişilik saz heyetlerinin, zurna ve dümbelekle, hele mikrofon kullanarak saz çalması ve şarkı söylemesi, edep dışı saldırganlıktır. Vicdan fukaralığıdır.

Oysa bizim Kâmil'in Yeri'nde gece ilerleyince, pek çelebi mizaçlı bir kemancı gelir, çalar söylerdi. Pek efendi adamdı. Bazen biz de katılırdık. Hele bir gece öyle coştuk ki, kemancımız Muhlis Bey, iyice yoruldu. Yanımdaki iskemlede oturuyordu. Kulağıma eğilip, çok yorulduğunu ve izin istediğini söyledi. Teşekkür ettim ve gitti.

Ertesi gün, cumartesi idi. O yıllar her cumartesi öğle yemeklerinde, tıp profesörü dostlarla birlikte olurduk. O gün onlar da Kâmil'in yerine gitmek istediler ve gittik. Önceki gece oturduğumuz masada yer aldık, hatta ben aynı iskemleye oturdum.

Biraz sonra kemancımız Muhlis Bey geldi. Beni görünce gözleri büyüdü, bayılacak gibi oldu... Sordu:
"Abi! Sen demek ki, daha eve gitmedin?"